OKUMAK İSTEDİK YÜZÜMDE BEŞKARDEŞİN İZİNİ GÖRDÜM


Birilerinin hikâye dediğini, birileri o hikâyeyi bizzat yaşamış, birileri de yazmıştır benim gibi. Aslında hikâyenin tanımına da baktığımızda; "yaşanmış ya da yaşanması mümkün olaylar" olarak karşımıza çıkmaktadır. Son zamanlarda tv'lerde yayınlanan birçok dizilerin altında "gerçek bir hikâyeden uyarlanmıştır" yazısını görürüz. Dizilerin ne kadar gerçek ne kadar hayali onu bilmiyoruz. Fakat biz yönetimdeki hocalarımızın okumak için verdikleri mücadelelerini biliyoruz.
*
Bugün size SÖĞÜT EĞİTİM DER yönetimindeki Mustafa AVCU hocamızdan bir hatıra nakledeceğim. Dinlerken çok etkilendiğim için sizinle de paylaşmak istedim. Hikâyeyi okuduktan sonra hocamın yerinde siz olsa idiniz ne yapardınız? Sorusunun cevabını düşünmenizi istiyorum.
*
AVCU hocamız 1985, Bozkır İmam Hatip Lisesi mezunu ve yıllarca Altınekin'de imamlık yaptıktan sonra emekli oldu. Rabbim yapmış olduğu hizmetlerden dolayı razı olduğu kullarından eylesin. Hâlen dernek yönetimimizde görev yapmaktadır. O zaman buyurun hikâyeyi birlikte okuyalım.
*
Hocam; yıl 1978, ilkokulu bitirdik 5 arkadaşla birlikte ailelerimiz tuttuğu bir evde Bozkır İmam Hatip Lisesi'nin orta 1. sınıfına başladık. Hayat şartlarını siz de biliyorsunuz. Oraya girmeyelim Orası uzun hikâye.
*
Hocam, okulların kapanması haftasında okul idaresi, 4 tane zayıfımın olduğunu ve 15 günlük kursa kalacağımı söylediler. Eskiden dersleri zayıf olanlar öğrenciler, ilkokulda olduğu gibi ortaokul ve lisede de okullar kapandıktan sonra 15 günlük yetiştirme kursuna kalırlardı. Kurs sonunda sınav yapılır geçen geçer, kalan kalırdı. Sadece 1 zayıfı olanlara da günümüzdeki gibi eylülde tek ders sınavı yapılırdı. Neyse 15 günlük kursa katıldık ve kurs sonunda da sınavımız yaptık bizde diğer arkadaşlar gibi köye gittik. Nasılsa geçtik diye sonraki haftalarda da okula gidip sonuçlara bakmadık.
*
Eylül ayının başında evin yanındaki harmanda anne babamla bir şeylerle uğraşırken köyümüzün muhtarı rahmetli Tuluk lakaplı Mustafa GÜNDOĞDU dayı hış mış yanımıza geldi. Babama hitaben Mehmet:
*
İmam Hatip'in müdürü telefonla aradı. Senin oğlanın buğun sınavı varmış girmezse sınıfta kalacakmış. Çabuk gelsin dedi. Ben, Tuluk dayı daha lafını bitirir bitirmez üzerimi ve ayakkabımı bile değiştirmeden tabana kuvvet yola düştüm.
*
Bugün barajın altında kalan Aynalı Köprü'nün oraya nasıl geldiğimi hatırlamıyorum.  Hocam köyde araba yok muydu dedim. Ne arabası hocam, günümüzle karıştırmıyorsun değil mi? Köyde bir kişide cip vardı. Onu da tutup Bozkır'a götürmek dünyanın parası. Para desen ne gezer.
*
Aynalı Köprü'nün oraya gelince Bozkır yoluna düştüm. Bir taraftan gidiyorum bir taraftan da arkama bakıyorum. Bir kamyon gelirse bineyim diye. Taksi sadece Avrupalılarda olurdu. Bizim o yoldan da ya cip geçer ya da kamyon.
*
Bir taraftan koşuyorum bir taraftan da arkama baka baka Tahtalı Köprü'nün oraya vardım. Arkamda bir araba sesi geldi. Baktım Devlet Su İşleri'nin arabası. Resmi kurum arabaları görevlilerin dışında yolcu alması yasak. Arabanın önüne kollarımı açtım. Ya beni de götürün ya da beni ezip öyle geçersiniz der gibiydim.
*
Onlar da oğlum derdin ne? Ne bu hal dediler? Üzerim tozlu, alnımda ter, bir taraftan nefes nefese kalmış bir vaziyette; İmam Hatip müdürünün aradığını, sınavımın olduğunu, sınava girmezsem sınıfta kalacağımı söyledim. Öyle bir söylemişim ki bana acıdılar, arabanın arkası açık olduğu için beni arkaya aldılar. Yolcunun binmesi yasak olduğu için; arkaya otur ve kafanı dışarı fazla çıkartma dediler. O kadar mutlu oldum ki yollar bugünkü gibi asfalt olmadığı için Bozkır'a varıncaya kadar toprak yolların tozunu yuta yuta gitsem de umurumda değildi. Çünkü Mecnun'un Leyla'sına kavuşacak gibi hissediyordum kendimi…
*
Türbeler yolundan Bozkır'a girdiler ve beni de İmam Hatip'in önünde bıraktılar. Ben arabadan inmemle doğru İmam Hatip'in yolunu tuttum. Okulun kapısından girdim fakat bizim sınav bitmiş öğrencilerin ve hocaların çıktığını gördüm.
*
Kapının önünde beni gören Matematik hocası bu ne vaziyet dedi. Ben de hocam, sınavım vardı, köyden geliyorum geç kaldım dememle birlikte yüzüme öyle bir tokat attı ki yıldızları saydırdı. Ben yıldızları sayarken ağzımdan ve burnumda oluk gibi kanlar akmaya başladı. Neye uğradığımı şaşırdım.  Harmandan çıkmışım üzerim toz toprak birde açık arabada gelirken yolun tozu, alnımda ter, koştuğum için nefes nefese kalmışım. Bu mücadelenin sonunda bırakın ödülü üzerine okkalı bir tokat, kendimi lavaboya zor attım. Aynaya baktım hocanın parmaklarının izleri yüzüme geçmiş.
*
Sesler üzerine okul müdürümüz Abdülkerim DURMAZ odasından çıktı. Olayı sordu Türkçe Öğretmenimiz Mercan MERT hocamız olayı anlatınca müdür başladı kızmaya; "Biz ülkemizin geleceği olan bu çocukları okutmak için köy köy gezip öğrenci toplayalım bunun gibileri de okumak isteyen çocukları okuldan kaçırtmaya çalışıyorlar." dedi.
*
Okul müdürümüz, Türkçe Öğretmenim Mercan MERT hocama beni sınava almasını ve sınav yapmasını söyledi. Ben lavabodan çıktım. Sınıfa gittim. Fakat kalem ve silgim yok. Hocamız sağ olsun bana kalem silgi getirip verdi. Yazılı kâğıda baktım kaldığım derste Türkçe imiş.
*
  Sınav yapacağız da bende sınav yapacak ne fizyoloji ne de psikoloji var. Üzerim toz, bir taraftan terliyorum bir taraftan dayağın etkisinden yüzüm yanıyor bir taraftan da burnumu tutuyorum.  Bir taraftan da içten içe ağlıyorum.
*
Hocamız soruları verdi fakat bende cevap verecek hal yok. Günümüzün sınav kaygı ve stresi benim yaşadıklarımın yanımda bal baklava gibi kalır. Hoca, sınav başladı yaz diyor fakat ben de yazacak hal yoktu ki. Dışardan fiziksel şiddet, içerden de psikolojik şiddet almışım. Gururum ayaklar altında, psikolojim kitaplara sığmayacak kadar yoğun. Sınav kaygısı mı dedim, o ne hocam ya, başıma birde sınav kaygısı çıkartma, o zamanları öyle bir şey yoktu.
*
Hoca bana bakıyor ben hocaya… Bir şeyler karaladım fakat bu geçmeye yetecek bir bilgi değildi. Kalmadığımı düşündüğüm için derse de çalışmamıştım. Üstüne bir de hocanın yıldızları saydırtan tokadı beynimize format attırdığı için beynimizde bilgi namına bir şeyde kalmadı.
*
Hoca hâlâ bana bakıyor ben ona bakıyorum. Baktı olacak gibi değil yaşananlara ve bendeki psikolojiyi görünce acımış olacak ki yaz oğlum dedi. Bir iki şeyler söyledi ben de yazdım. Yani geçecek kadar. Sonra kâğıdı alıp okul müdürüne teslim etti. Hocamız evine ben de Bozkır'a yaklaşık 25 km olan köyümüze yürüyerek geri dönmek üzere okuldan çıktım.
*
Sonra…. Görünüşte hikâyenin sonu emeklilikle bitiyor da… Biz bu hikâyeden nasıl bir dersler çıkardık önemli olan bu. Ben çıkaracağımız dersleri yazsam 2-3 sayfa daha yazarım fakat… Muhakemesini size bırakıyorum.

SAYGI DEĞER HOCAMIZ MUSTAFA AVCU'YA DA İBRET ALMAMIZ İÇİN DERNEK YÖNETİMİNE GÜLEREK ANLATIP PAYLAŞTIĞI FAKAT O ZAMANLARI YÜREĞİNDE DERİN İZLER BIRAKAN HATIRASI İÇİN TEŞEKKÜR EDERİZ.
*
Yazımızı da AVCU hocamızın duası ile bitirelim. Hocam, benim için dönüm noktası olan bu olayda okumama vesile olan, rahmetli anne babama ve köyümüzün imamı rahmetli Kerim Hocama, rahmetli Tuluk dayıma, beni arabasına alan Devlet Su İşleri şoförüne, Türkçe Öğretmenim Mercan MERT'e, Okul Müdürüm Abdülkerim DURMAZ'a, ismini burada sayamadığım hocalarıma ve üzerimde emeği olan herkese teşekkür ederim. Rabbim onlardan bir değil bin bir kere razı olsun. Vefat etmişlerse Allah Gani Gani Rahmet eylesin yaşıyorlarsa Rabbim sağlıklı ve hayırlı ömürler versin. Hocam size de teşekkür ederiz. Beni dinlediniz ve insanların ibret alma ve faydalanmaları için de yazıya döktünüz.

Son Fotoğraflar

Tüm Fotoğraflar